Menekşe Yaylası Doğa Yürüyüşü 10.06.2012
UÇMAK İSTER MİSİNİZ?
Bir patika, orma içinde; dar ve uzun; iki yanında yüksek ağaçlar, gökyüzünde birleşiyor; yola tatlı bir serinlik veriyorlar. Ağaç diplerinde, kökleri en ağır olanlarımızı bile rahatça tartabilecek kuvvette orman gülleri, mor çiçeklerini sergiliyorlar. Yol, kıvrılarak uzanıyor aşağılara doğru. Aralarda, yolu kesen minik su akıntıları; orman bomboş sanki. Sadece akan suyun sesi var ve güzel seslerini esirgemeyen kuşlar ötüyor. Patikada koşmaya başlıyorsun, ağaç kökleri, yola güzel merdivenler yapmışlar. Taşlar, bana da dokun der gibi yerleşmişler yola. Kah taşlara kah ağaç köklerine, küçük küçük dokunarak koşuyorsun. Özgürsün ve sadece sensin, istemsiz bir gülümse yayılıyor yüzüne. Hafifsin, yüreğin kuş gibi. Bu uçmak değil de nedir? Yol bitmesin istiyorsun..
(Kocaeli'nin en küçük doğa yürüyüşcüsü Atlas, baba Ömer Vatansever'in sırtında)
Bu hisleri benimle paylaştıysanız, sizin de yapmanız hiç de zor değil. İzmit’in 30km uzağında, yaklaşık 1 saatlik mesafede, Yuvacık sınırlarında kalan ormanlarda bunu yapabilirsiniz. Kocaeli Dağcılık ve Doğa Sporları Kulübü ile katıldığım ikinci etkinlik olan “Menekşe Yaylası” yürüyüşünde hissettiklerimden sadece bazıları idi bunlar…
Yola Aytepeden’den başladık. Kimilerimize oldukça zorlayan (ben dahil) bir yokuş sonrasında, ilk durak, “Şahin Tepesi” idi. Rehberlerimizden Levent’in söylediğine göre; her ilde şahinler için bir tepe olurmuş. Burası da İzmiti’nkiydi. Diğerlerini görmedim ama burası şahinler için tam bir yuva gibiydi. Karşımızda “Beş Kayalar Milli Parkı” uzanıyordu; kayalar, ağaçların arasından, sanki şahinlere konak yeri olsun diye sıyrılmıştı; aşağıya uzanan derin vadinin sonunu görmek mümkün değildi; şehri, hatta diğer dağları dışında bırakan bir çembere bakıyorduk, harikaydı.
Kayaların üzerine konuşlandık. Hemen çıkınlarımı açtık; sularımızı yiyeceklerimizi paylaşarak enerjimizi topladık. Özellikle, ekipteki muhacir çiftin nescafe ve kabala kurabiyesi ikramı çok güzeldi. Bu ikili herkese tavsiye olunur. Ee güzelim manzara, nefis bir lezzet, insan başka ne ister. Burada uzun bir mola alıp fotoğraf çektikten sonra, “Menekşe Yaylası”na doğru yola koyulduk.
Yukarı çıkarken zorlanan bir grup taife ve tabii ki ben, önden ilerlemeye başladık. Tepeye çıkarken, bir daha dağa gelmeye tövbe eden Gamze arkadaşımızı da en öne aldık. Meğer bu Gamze neymiş. Lider olası varmış, ortalar, geriler ona göre değilmiş. Arkasındaki taifenin sorumluluğunu alınca, bir hızlandı, pir hızlandı. Çok güzel orman için bir yoldan, yol kenarındaki çalıların yeni doğmuş yaprakların bebeksi yumuşaklığını hissederek, rehberlerimizden Yasemin’in güzel tiz sesiyle söylediği şarkılardan da nasiplenerek, dereye vardık. Dere üzerinde küçük, şirin bir köprüden geçerek, bir düzlüğe geldik. Etrafı ağaçlarla çevrili bir düzlük. Tabii hemen ağaç altındaki gölgeliklere yerleştik, ikinci molamızı almak üzere. Burası “Menekşe Yaylası “ olabilirmiş ama olmayabilirmiş de. Kimleri buraya “Karpuz Deresi” de dermiş. Herhalde derede karpuz soğutanlar “Karpuz Deresi” dedi, kimileri menekşe gördü, “Menekşe Yaylası “dedi. Her ne dersek, tam molalık bir düzlüktü. Biraz atıştırmadan sonra, sularımızı tazelemek için çeşmeye gittik. Çeşme başında bir koyun-keçi sürüsüyle karşılaştık. Liderleri olmalı ki, heybetli boynuzları ve bir o kadar da asil görüntüsüyle bize dik dik bakıyordu keçi kardeş. Sonra kuzucuklardan birini kucakladım. Herşeyde olduğu gibi, yavru olmak başka bir güzellik başka bir keyifti. Uslu uslu sevdirdi kendini. Kafasında, annesiyle aynı renkte bir boya vardı. Bu boya sayesinde anne-yavru oldukları anlaşılıyormuş. Sularımızı aldık ve gerçek “Menekşe”ye doğru yola düştük. Az gittik uz gittik, yine bir “Menekşe Yaylası”na ulaştık. Burada dere yoktu; çayır vardı ama bunun
yanında betonarme yapılar da vardı. Tek tük de menekşeler vardı. Birileri buraya da “Menekşe Yaylası” derlermiş. Buradan da ilerledik ve sonunda “Menekşe Yaylası” olan “Menekşe Yaylası”na geldik. Burada daha çok betonarme yapı vardı, eski Ermeni evlerinin üzerine yapıldığı tahmin ediliyordu. Hatta buranın eski bir Ermeni köyü olduğu söyleniyordu. Zamanında 400 çeşit olduğu söylenen menekşelerden de sadece sarı olanlarını görebildik. İnsanoğlunun doymazlığından deyin, imkansızlıklardan deyin, hükümeti suçlayın, işte ne derseniz deyin, “Menekşe Yaylası” ismini hak edemeyecek bir hale getirilmişti. Üstelik muadilleri türetilmişti. Telif hakkı söz konusu olmasın diye olsa gerek, tabelalara, “Menemse Yaylası” olarak geçmişti.
Artık yorulmuştuk; uzun bir mola ile kendimize gelmeli, hem de karnımızı doyurmalıydık. Kah susup ilerleyerek, kah güzel sohbetlerle, sonunda güzel bir çayıra geldik. Yine çayırın çevresindeki çalıların gölgesine yerleştik. Yemeklerimizi çıkardık. Bende, dünkü yemeğimden kalan köfteler vardı. Bunları nasıl ısıtırım diye düşünürken, rehberlerimizden Cevat, getirdiği sucukları pişirmek için ateş yakmaya koyuldu. Tabii ben de hemen yanına yerleştim. Köfteleri ısıttık, sucukları pişirdik. Tüm taifeyle de paylaşarak, afiyetle yedik hepsini. Biraz sohbet, biraz fotoğraftan sonra dönüş yoluna geçtik.
3 saatlik bir yürüyüşle “Veysel Dayının Yeri”ne vardık. Burası, neredeyse tamamı ahşaptan yapılmış, sırtını dağa, yüzünü de dereye vermiş şirin bir cafe-pansiyondu. Buz gibi dağ suyuyla serinledik, sıcak çaylarla hararetimizi giderdik. Diğer yolculardan Veysel’e gelen karpuzlara da ortak olduk. Hiç de dayanamam karpuza, yüzsüzlük edip, istedim tabii karpuzdan. Sağolsun o da hepsini verdi bize. İyice dinlenip gölgelendikten sonra tekrar yola çıktık. Yokuş bir toprak yolu tırmanarak, yolun sonuna geldik. Yolun sonundaki güneşe bakan yamaçta olmuş dağ çileklerini fart ettik. Hemen tatlarına baktık. Böylece dağ çileği sezonunu da açmış olduk.
Yürüşümüzü, keyifle tamamlamanın verdiği mutlulukla, araçlarıma yerleştik ve dönüşe geçtik. İzmit’e vardığımızda, saat planlandığı gibi 6:30 idi. Real Otoparkı’nda başlayan maceramız yine burada, bir sonrakinin başlamasına kadar sona erdi. Eee ne oldu yani şimdi, “dağ-bayır gördün sonuçta” diyenler olabilir. Bi de şöyle düşünün derim ben. Bunun alternatifi, bir alış-veriş merkezinde, klimaların temizleyebildiği kadar bir havayla yetinip, bu havayı bir de bir sürü insanla paylaşmak, mağazaların daracık kabinlerinde onlarca kıyafet deneyip daralmak, bir koşturmanın içindeki yüzlere bakmak ise dağ-bayır görmeyi, tertemiz dağ havasıyla, ciğerlerime bayram ettirmeyi, bedenimin her kasının neye yaradığını hissederek öğrenmeyi, yeni doğmuş yaprakların bebeksi yumuşaklığını hissetmeyi, buz gibi derelerde serinlemeyi, insan dostu doğa dostu, yürüdükçe mutlukları artan, gülümsemeleri kahkahaya dönüşen insan lar görmeyi, onlarla sohbet etmeyi, güzel enerjiler paylaşıp, pozitif yüklenmeyi tercih ederim. Herkese de tavsiye ederim.
“Kocaeli Dağcılık ve Doğa Sporları Kulübü”ne yeni katılmış olmama rağmen, İzmitli olmamdan mıdır nedir, hemen ısındım Kulüp üyelerine. Yürüyüş yaptığım diğer gruplarla kıyaslandığımda ise daha nazik, daha düşünceli ve daha planlı buldum kendilerini. Grup sayısını az tutulması da ayrıca fonksiyonel bence.
Şenlikle başlayan yeni yapılanmada, Kulüp daha çok etkinlikler düzenleyecek. Tamamı site üzerinden duyurulacak. Siteye üye olarak ya da facebook üyeliği ile etkinliklerden haberdar olmak mümkün.
Keyifli, eğlenceli, sağlıklı nice yürüyüşler olsun dilerim. Gruptaki yaşça bizlerden büyük abilerimiz -ablalarımız gibi uzun yıllar dağların keyfini çıkarabiliriz, biz de umarım.
Yazı: Arzu SERT